8 Mart 2015 Pazar

Eser Bırakmak





Yanda gördüğünüz resim 35.000 yıl önce yapılmış bir mağara çizimidir. Avcılıkla geçinen, yemek ve barınma gibi en önemli ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan insanların sanat çabasıdır. Mağaranın soğuk ve tehlikeli dünyasına dışarıdaki Dünya’yı işlemişlerdir. Bu dünyada en değerli şey “hayvanlar” olduğundan, genellikle hayvan resimleri bulunur. Sonuçta gıda, giyecek ve güvenlik hayvanlara bağlıdır. Peki bunu duvara işlemekteki amaç nedir?
Dünya’nın çeşitli yerlerindeki binlerce mağara çiziminde insanın “buradayız” deyişini görürüz. Kalıcı olma, eser bırakma özelliğini görürüz. İnsan olmak böyle bir temele sahiptir. Kendinden sonrakilere aktarma alışkanlığı vardır. Diğer canlılardan farklı olarak, yaşamını devretme özelliği vardır. Yalnızca kendisi için yaşamaz. Kendini sonrakilere aktarır. En zor koşullarda bile çizimler, objeler, sözlü anlatılar ile tecrübesini sonraki kuşağa iletir. 
eser bırakmakEser bırakmak, yani kalıcı olmak, insanın bir özelliğidir. Hayatımız bizden önceki hayatları kendimize katmak ve sonraki hayatlara da aktarılmak üzerine kuruludur. İnsan başkaları için de yaşar. Hatta büyük oranda başkaları için yaşar. Hayatta öğrendiğimiz ne varsa, yani kendi bedenimizden çıkmayan tüm edimler başkalarından kaynaklanır. Bunların başında dil gelir. Dil ile düşündüğümüze göre, ne kadar az şeyin yalnızca bizim olduğunu anlayabiliriz. Eğer insanlık bütünü, dil yapısını kurmasaydı bugünkü insanlık olmazdı. İnsanlık bütünü birbiri için yaşamasaydı, belki de insanlık bile olmayacaktı. 
Birbirini düşünmek ve eser bırakmak temel özelliğimizdi. Biz kendi başımıza kısa bir hayat sürmektense birlikte uzun yaşamlar sürmeyi tercih ettik. Dayanışma, hoşgörü, yardımlaşma bizim çıkarımıza idi. Neticede “ben” yerine biz olduk. “Ben” dediğimiz ise, bizin küçük bir parçasıydı. Buna rağmen parçaların bütüne ihanet ettiği görüldü. Bencillik yapanlar oldu. Ancak tarih köle olan imparatorluklar ve nedeni belirsiz yok oluşlar ile doludur. Tarihin inişleri ve çıkışlarını anlamak zordur. Tabi bütünü anlamıyorsak. Bak: 
eser bırakmakYok olup gitmek nedir? Yok olup gidenler kimlerdir? Yok olmak eser bırakmamaktır. Kendisi için yaşayan eser bırakmaz. Bugün insanlığın zengin üyelerini değil, eser bırakanları hatırlıyoruz. Büyük insanlık toplumu eser bırakanların gösterdiği yolda  şekillendi. Mağaradakilere saldıran bencil insanlar değil, bizi düşünerek çizim yapanlar yaşadı. Onların sayesinde tehlikeyi ve faydayı öğrendik. Nice imparatorluklar yıkıldı. Nice tanrı krallar unutuldu. Ancak bizim için tecrübelerini yazan yazarlar yaşadı. Bizim için düşünen ve hayatı nasıl yaşamamız gerektiğini sorgulayan filozoflar yaşadı. 
Eser bırakmak yalnızca kitap yazmak veya bir nesneyi işlemek değildir. Sokrates gibi insanlar yalnızca yaşayarak eser bırakmıştır. Hayatlarımız güzel birer eserdir, yalnız yaşattıklarımız ile kalıcı olursak. Çevremize iyi bir örnek teşkil edersek neden kalıcı olmayalım? Çocuklarımızı iyi yetiştirirsek sonsuza kadar yaşayan bir eser bırakmaz mıyız? Önemli olan insanlık bütününü ve genelde de hayat organizmasını düşünmektir. Birbirimiz için yaşamak ve temelimizde yer alan dayanışmayı sürdürmek önemlidir. Bunu yaşatmak da eser bırakmaktır.

Biz - Bir Sevgi Hikayesi

Bir bebeği sevmek insana ne kazandırır? Maddi bir edim beklemediğimiz aşikar. Ancak bir getirisi olmasa da bebekleri sevmekten geri durmuyoruz. Bize yakın olan insanlardan diğer insanlara, oradan da diğer canlılara, göreli biçimde uzayan bir sevgi zinciri var. “Bebekleri seviyoruz.” Yakınında bulamayan, ya da kendi bebeğini yapmayı düşünmeyen kişiler aksi görüşte olabilir. Ancak çoğunlukla olan bir şey var ki, dünyaya yeni gelmiş bireylere şefkat duyuyoruz. Onları kucağımıza almak keyif veriyor. Bakmak, izlemek bile başlı başına bir uğraş.
İnsanlık büyük bir organizmadır. Dokular, hücreler, organlar ve de ayrıyeten atomlar derken bir mekanizma ile karşı karşıya kalıyoruz. Hepimiz bir şeylerin birleşimiyiz. Birey olarak bir bütün olduğumuz gibi, insanlık ve hayat olarak da birlikteyizdir. Hatta büyük olasılıkla her şey bir şeyin parçasıdır. Biz kendimizle sınırlı olan tarafına bakalım ve yeni insanlarda bütünü görmeye çalışalım.
Bebekler hiçbir savunmaya sahip olmadan doğuyorlar. Hayata dair herhangi bir yetenekleri yok. Bize güvenerek dünyaya geliyorlar. En az 8-10 yıl kendi başlarına hareket edemiyorlar. Yıllar süren bir sözleşme sürecinde, bizim onlara sahip çıkmamıza karar verilmiş. Böylelikle kendilerini geliştirecekler, onlara önceki kültürü aktarabileceğiz. Ondan sonra, en büyük görevlerini, hayatı yeni insanlara aktarmayı devralacaklar. Tamamen kendinden öncekine güvenmekle ilgili bir süreç. Birbirimizi sevmek ve güvenmek yoluyla insanlık bütününü yaşatıyoruz. Bir kişinin savunmasız biçimde yaşayacağı kısa hayatı zamana yayıyoruz. 
Bebekler onlara bakacağımızı bildiklerinden rahat rahat gelişiyorlar. Ağır ağır öğrenerek bizi yaşaymak için büyüyorlar. Daha sonra bayrağı devralıp sonrakilere iletiyorlar. Bu süreçte bizi birbirimize bağlayan şey, sevgi, diğer canlılar için de geçerlidir. Kendimizden başlayarak genele yayılan bir sevgi zinciri var. Diğer hayvanların da yavrularını seviyoruz, ancak bazılarını sevmeyebiliyoruz. Mesela bir bitkinin yavrusunu, tohumunu, sevmek aklımıza gelmiyor. Bu da “kendimiz” olabilmek için biribirimize ne kadar gerek duyduğumuzu gösteriyor. Biz “biz”i seviyoruz. Çevremizle güven içinde yaşadığımız için, sevebildiğimiz için buradayız. Bak: 
sevgi hikayesiAslında bitkilere de özen gösterip seviyoruz. Fidanlara dikkat ediyoruz. Ancak “kendimiz” olmak için yakından uzağa bir yaşam döngümüz var. Biz hayatın bu tarafından sorumluyuz, her şeye de dikkat edemiyoruz. Mesela bir taşın parçalanmasına ağlamıyoruz. Atomları dağıldı hep, boşa gitti demiyoruz. Ateş yakıp ısınıyoruz, ancak yananlardan kaygılı değiliz. Çıkan duman hava molekülleri tarafından dağıtılınca da üzülmüyoruz. Çünkü, bir yere kadar görebiliyoruz. Ufkumuzu aşanlardan haberdar olamıyoruz.
Bu ve benzeri örnekler bizim nasıl bir arada olduğumuzu sergilemek içindir. İnsanın bebeğini sevip özen göstermesine ve merhamete vurgu yapıyorum. Çünkü insanı insan yapan bunlardı. Tek başımıza kalmaktansa birbirimize güvenmeyi seçtik. Bugünlere gelmemiz, bizden öncekilere güvenmemiz ve bizden sonrakilerin de bize güvenmesi ile mümkündü. Aslında tüm hayat bir sevgi hikayesi idi. Bir araya gelen atomlar, boyutlar ve anlamadığımız nice şey, birbirini kabul edeni birleşen, seven şeylerdi.

Bencillik Ne Demektir ? (Egoistlik)

Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarını herkesinkinden üstün tutan, °hodbin,°hodkâm, egoist: 2. felsefede Bencillik öğretisine inanan. Bencil sözcüğü, Yeni Türkçe döneminde egoist sözcüğüne karşılık türetilmiştir.  17. yüzyılda Latince “ego”- ben kelimesine isim yapma eki olan -izm getirilerek kurulmuştur. Batıdan gelen “ego” sözcüğüyle türetilen birçok kelime vardır: egoBen egoist,  Fr. Bencil  egoistlik egoizm a. Fr. Bencillik  egosantrik öna. Fr. Benmerkezci egosantrizm a. Fr. Benmerkezcilik egotizm a. Fr. Benlikçilik karşılıkları günümüzde kullanılır.
“Ego” köklü kelimeler eskiden beri edebiyatımızda  “hodbin” sözcüğüyle karşılanır. hodbin : Farsça χōd bīn kendini-gören, bencil Kısaca: Kendini diğerlerinin üzerinde ve diğerlerinden öncelikle düşünmek demektir. Bencilliğin zıt anlamlısı: altürizm, ya da İslam’daki karşılığıyla “isar” dır. Yeni Türkçede  özgecilik, elcilik diğerkâm[TDK 1955] başkalarını seven, özgecil gibi karşılıkları vardır

FELSEFEDE BENCİLLİK

Antik çağlardan beri dini, felsefi, psikolojik, ekonomik ve biyolojik açıdan çeşitli sorgulamalar yapılmış bencillik, ben’in önemi, bencil olmamak konularında çeşitli görüşler dile getirilmiştir. Dinler genelde bencilliği büyük kötülüklerden sayar ve diğer bireylerin önemine odaklanır. Büyük dinlerin ortak paydası “aşırı bencilliği” fark ettirmek ve buna karşı sosyal tedbirler almaktır.
Bencillik, psikolojik açıdan tekbenciliğe kadar varan, psikiyatrinin ilgi alanına dahi girebilen bazı “ego” sorunlarında incelenir. Bu alanda Freud sayesinde popüler kültüre giren ego(benlik), id(ilkel benlik), süper ego(toplumsal benlik) gibi kavramlar kullanılır. Ekonomik olarak Marx gibi filozoflarca incelenmiş, kapitalizmin baskın özelliklerinden biri olarak tasvir edilmiştir. İnsanların bencil olduğunu ancak doğal olarak değil çevreye bağlı bir bencillik yaşadıklarını söyler. Bencillik sözcüğünün biyolojide kullanımı da ilgi çekicidir. Richard Dawkins’in “Bencil Gen” kitabıyla meşhur olan kullanım Darwin’den beri biyolojik süreçlerdeki benmerkezciliğe atıf yapar. bak.dmy.info/tekbencilik
Aristoteles toplumdaki insanları bencillikle suçlamış, sadece kendi kazançlarını düşünenleri yermiştir. Ancak kişinin sosyal övgü gerektiren işlerdeki ben sevgisini onaylar. (Etik s.301) Sosyal bir ben anlayışını kabul eder. Seneca “ben” i topluluk içerisinde düşünür. Kendine dikkat eden, kendini sakınan bir ben anlayışını onaylar ancak bu ben anlayışı bencillik davranışı değildir. Hep beraber olabilmek için üyelerin kendilerini sakınmalarıdır. Hristiyanlıkta bencillik şehvet düşkünlüğü, aç gözlülük, kıskançlık, oburluk, öfke ve tembellikle birlikte yedi büyük günahtan biri sayılmıştır. Dante‘nin İlahi Komedya’ sında bölümlerden biri ben olgusunu anlatır. Yedi büyük günahtan biri sayar. Adam Smith ekonomik sistemi bencilliğin kullanışlı bir tarzı olarak tanımlar. Bernard Mandeville “sosyal ve ekonomik ilerleme  bencilliğin sefaletine bağlıdır” der.
John Locke ve Ayn Rand sosyal gelişimin kökü olarak bencilliği görürler. Filozofların genellikle söylediği şey  kişinin en iyi olanı topluluğun iyiliğini düşünerek edineceğidir. Psikolojide empati eksikliğinden kaynaklı bir bencillik anlayışı vardır. Aile ve çocuk; Kadın ile erkek arasındaki bencillik- özgecilik çekişmesi en tartışmalı alanlardandır. Bencillik konusunda “oyun teorisi” ilgi çekicidir. Ben ve başka birini konu alan bir oyunda oyuncuları etkileyen dört olası davranış vardır.  Bencillik- Özgecilik& kincilik ve işbirliği. Bencillik kendin için başkasına zarar vermektir. Özgecilik başkası için kendine zarar vermektir. Kincilik başkasına yardım için başkasına zarar vermektir. İşbirliği ise kendine yardım için başkasına yardım etmektir.

SONUÇ

bencillik
Öyle görünüyor ki: işbirliği hepimiz için en iyi olandır. İnsan yalnızca kendini düşünüyorsa da işbirliğine gitmelidir. Toplum olmadan birey olmaz. Kişinin sadece kendisi için yaşaması gibi bir şey söz konusu değildir. Bencillik kişilik problemidir. İnsanın kendine zarar verir. Yediğimiz, giydiğimiz, izlediğimiz, eğlendiğimiz her şey başkalarınca yapılır. Devasa bir düzenin ufak parçaları olan bizler bu işin bir ucundan tutarız. Hepimiz sayesinde birimiz yaşar. Eğer toplum, halk, kültür bireylerine yardımcı olmasaydı ve birlikte hareket etmeseydi insanlık diye bir şey olmazdı. İnsan birbiri için çalışan, üyelerine değer veren bir tür olarak bugünlere gelmiştir. Bencillik yaparak doğamıza aykırı bir davranışta bulunuyor ve sadece kendimize zarar veriyoruz.

İyi insan olmak ne demektir ??

Hangi dili konuşursak konuşalım, sesleri kullanırız. Evrensel kurallar vardır ve onlara uyarız. Diller çok ufak farklılıklardır. Büyük yapının farklı cepheleridir sadece. İyilik de böyledir. Neye inanıyorsak inanalım, iyiliğin göreli olmayan taraflarına ulaşabiliriz. Neye göre iyi, kime göre iyi, ne kadar iyi kuşkularındansa, bazı temeller kurabiliriz.
Bir kere “başkalarının sana davranmasını istediğin biçimde davran.” Hayattan tatmin olmak için bu özü uygulamalıyız. Benden yapabileceğimden fazlası istenmemeli diye düşünürken ben de talepkar olmamalıyım. “Daha fazlasını iste” diyen kapitalizmin büyük oyuncularına ve sefil düzene aldanırsak hayatımız bedbaht olur. Kişilik dediğimiz şu kısacık arada fazlasını isteyerek, ya da yalnızca bu arada yanımızda olan maddi varlıklara bağlanarak kendimizi kandırmak insanlığın en yaygın davranışlarındandır. Fakat bunu değiştirmek elimizdedir. Binlerce yıldır maddi varlık aşkına düşen insanlara bakalım. Ya da bakmayı deneyelim; çünkü bu insanlar yalnızca kendi zamanlarında vardır. Bugün bizimle birlikte olan  2- 3 bin yaşında insanlar vardır. Hükümdarlar ve halkı yönlendirenler hariç hiçbir kişi zengin diye insanlık tarihine geçmemiştir.
Mesele tarihe geçmek de değil aslında. İnsan et ve kanıyla değil, kültüre bıraktıklarıyla yaşar. İsmi duyulsun ya da duyulmasın yaşamlarımızı şekillendiren, hala bizimle olan insanlar vardır. Bunlar halkı sömürüp altın içinde ölenler değildir. Tüm varlığı evi, ailesi ve fikirleri olan, hatta çoğu zaman bunlardan biri bile olmayan filozoflar vardır. Sokrates “gençleri Yunan tanrılarından soğutuyor” diye yargılanırken ölümünü insanlığa miras bırakmıştır. Af dilememiş, geçici hayatını kalıcı kılmıştır.
Yaşamlarımız bu dünyada nasıl bir etki yaratacak? Biz devamımızı nasıl etkileyeceğiz? İnsan arkasında mülk bırakmaz. Vücut dahi kendinin değildir, ödünç alınmıştır. Arkada kalan kültür mirasıdır. Çocukların kan bağıyla bağlı olması çocukları atalarının devamı yapmaz. Et ve kan benzerdir ancak insan doğada başka bir yönüyle vardır: düşünce. Maddelere değil, fikirlere dair bıraktıklarımız bir iz olacaktır. Bir zamanlar insanlar bu dünyadan gelip geçtiğinde, fark edilecek ki yalnızca hoş anılar baki kalmıştır. Madde çürür ama anılar hep bizimledir. İnsanlıkta yaşamak mümkündür. Bencilliği bırakıp bizi yaşatan çevremizle uyum içinde olursak kendimizi miras bırakabiliriz. Belli bir sürede değil, tüm tarihte yaşayabiliriz. Bu da yaşatacağımız güzel anılarla mümkündür.

Saygın Bir Kişilik Nasıl Oluşturulur ?

Bir insan, toplum içinde“saygın bir kişiliği”nasıl oluşturabilir? İtibarlı bir yere nasıl gelebilir?
1 .Sürekli, kendi kendinizin denetçisi olun, kendinizi kontrol edin. Her akşam, “Bugün neler yaptım?” diye kendinizi hesaba çekin.
2 .Saygın ve itibarlı kişileri izleyin, onlarla dost olun ve dünyalarını tanıyın.
3 .Kendinizi yetiştirmek ve olgunlaştırmak için kalple aklı, maddeyle mânâyı, dünya ile âhireti birlikte düşünün.
4 .Herkesi olduğu gibi kabul edin. Mükemmel olmalarını beklemeyin. Unutmayın ki, siz de mükemmel değilsiniz.
5 .İnsanları, kendi bulunduğunuz noktada de- ğil, onların bulunduğu noktada değerlendirin.
6. Çevrenizdeki insanları karamsarlığa itme- yin, umut verin. Eğer umut dağıtırsanız, sizi sık sık görmeyi arzu ederler.
7 .Ağzından çıkanlara çok dikkat edin. Çünkü söz ok gibidir, çıktı mı geri gelmez. Unutmayın! Dil ile düğümlenen, diş ile çözülmez.
.Bir kimsenin yüzüne söyleyemeyeceğiniz sözü, arkasından da söylemeyin.
9 .Biriyle veya bir yerde, konuşmaya başlama- dan önce “Ne söyleyeyim?” diye düşünün ki, sonunda “Niçin söyledim?” diye pişman olmak zorunda kalmayasınız.
10.Doğruyu, doğru yerde, doğru kişiye, doğru zamanda ve doğru üslûpla söyleyin ki, o, doğru anlaşılsın. Eğer bunlardan biri yanlış olursa, söylediğiniz doğrunun doğru olması, etkili olmasına yetmediği gibi, muhatabınızla iletişim kurmanıza da yetmez.
11.İletişimde en etkin yöntem olan “sevgi dili” ile “sevgi kulağı”nı kullanın. Çünkü zihnin mesajı sözle, kalbin mesajı özle iletilir. Bir Arap atasözünde denildiği gibi “Sözler, kalpten çıkarsa kalbe kadar ulaşır; ağızdan çıkarsa kulaktan öteye gidemez.” Söz, konuşanın neresinden çıkarsa, muhatabının orasına ulaşır. Kalbinizle konuşun ki muhatabınızın kalbine işlesin.
12.İstediğiniz her sözü söylerseniz, istemediği niz cevabı alırsınız. Yerinde söz söylemesini bilin ki, sonunda özür dilemek zorunda kalmayasınız.
13.Kalbiniz ne kadar temiz olursa, ağzınızdan o kadar güzel sözler çıkar.
14.Karşınızdakinin kalbine girmek istiyorsa- nız, ihtilâflı noktaları öne çıkarmayın. Ortak noktalardan hareket etmenin yollarını arayın. “Sana katılmıyorum” demektense, “bu görüşünü ze katılıyorum” deyin.
15.İnsanlar ile olan iletişiminizde gözler, sözlerden daha önemlidir. Onun için temas kurduğunuz bir insanla konuşurken, onun gözlerine bakın ve samimiyetinizi hissettirin.
16.Düşündüğünüz her şeyi söylemeyin. Ama söyleyeceğiniz her sözü düşünün. Yoksa sonunda özür dilemek zorunda kalırsınız.
17.Söylediğiniz her sözünüz doğru olmalı, ama her doğruyu her yerde söylemeyin. (Bediüzzaman) Doğruları doğru yerlerde ve doğru zamanlarda söyleyin. Doğrular yanlış yerlerde söylenirse, yanlış anlaşılır.
18.Konuştuğunuz kimselerin sözlerine dikkat edin. Bir insanın kullandığı kelimelerden onun dünya görüşü, inanç, eğitim, hatta zaaflarını yakalayabilirsiniz.
19.Aile bireyleri ile olan ilişkilerinizi geliştir- mek için beden dilinden yararlanın. Bu, çoğu zaman sözlerden daha çok etkili olabilir. Omuza konan bir el, sımsıcak bir sarılma, sevgi üzerine atılmış bir nutuktan çok daha etkilidir.
20.Zamansız yeminlere dilinizi alıştırmayın. İnsanlar üzerinde, yemin gerektirmeyecek doğruluktaki bir insan izlenimini bırakın.
21.Olabilirseniz, başkalarından daha akıllı olun. Fakat onlara daha akıllı olduğunuzu söylemeyin. Yeteneklerinizi de mecbur kalmadık- ça, yeteneksizlerin önünde sergilemeyin. Çünkü dişsiz insanlar güzel dişleri olanları kıskanırlar.
22.Üzerinizde taşıdığınız bir ünvan veya sahip olduğunuz iktidar mevkiinde iken size gösterilen ilgi ve saygıya sakın aldanmayın. Yoksa “Çöl Fırtınası” harekâtının o meşhur komutanı, General Norman Schwarzkopf'un itiraf ettiği şu duruma düşersiniz: “Bundan yedi ay önce (Körfez Savaşı sırasında) verdiğim tek emirle 541 bin kişiye istediğimi yaptırıyordum. Ama şimdi eve muslukçu çağırıyorum, gelmiyor.”
23.Her söylenene cevap vermeye kalkmayın. Bazen cevap vermemek, en büyük cevaptır.
24.İnsanların size ihtiyaçları olduğu zaman yanlarında olun ki, sizin ihtiyacınız olduğunda da yardıma gelen bulunsun.
25.İki kişi arasındaki bir meselede hüküm vermeden önce mutlaka her iki tarafı da dinleyin. Sadece tek tarafı dinleyerek adil karar vermek çok zordur.
26.“Nokta” kadar menfaat için “virgül” gibi eğilmeyin. Eğilen insan, saygın insan değildir.
27.Hayatta güveneceğiniz bir kişi kalmadıysa, kendinizden şüphe edin. Çünkü hata sizdedir.
28.Bir insanı tanımak, onun karakter yapısı hakkında ipuçları elde etmek istiyorsanız, gözlem yeteneğini kullanın. Onun okuduğu kitaplara, dinlediği müziklere ve güldüğü şeylere dikkat edin. Bunlar önemli ölçülerdir.
29.Biri sizi bir defa aldattığında suç onun ise de, ikinci defa aldattığında suç sizindir.
30.Birileri sizi daima örnek alacaktır. Onları hayal kırıklığına uğratmayın.
31.Servetiniz ile değil, başka meziyetleriniz ile insanlarla ilişki kurun ve diyaloğunuzu geliştirin. Çünkü varlıklı kişi, meyveli ağaç gibidir. Meyve- lerle dolu olduğu sürece çevresi hep kalabalıktır. Fakat meyveleri düştükten sonra insanlar başka bir meyveli ağaç bulmak üzere onu terk ederler.
32.Bir insan hakkında bilgi edinmek istiyor- sanız, doğru kişiye sorun. Yanlış kişiye sorarsanız doğru cevap alamazsınız. Çünkü gülü dikene soran, onu yanlış tanır.
33.Çevrenizdeki insanlar sizi tutum ve davranışlarınız ile değerlendirir. Altından bir kalbiniz olabilir. Fakat bunu davranış diliyle ortaya koymazsanız, başkalarının sizi bakır sanmalarını engelleyemezsiniz.
34.Dalkavuk insanlardan sakının ve mümkün olduğunca uzak durmaya çalışın. Çünkü onlar insanı boş kaşıkla besler.
35.Düşenin elinden tutma civanmertliğini gösterin ki, siz de düştüğünüz zaman tutacak bir el bulabilesiniz.
36.Eğer biri sizi yüzünüze karşı methederse, ona bir iyilik yapıp yapmadığınıza bakın. Eğer iyiliğin dokunduğu bir kimseden gelen ikram ve övgü ise kabul edin.

Eğer iyiliğinin dokunmadığı birinden bir methiye gelirse onu kabul etmeyin.

Toplumda itibarlı ve saygın bir yer edinerek, onuruyla yaşamak isteyen bir insan, önce kendisini çok ciddiye almalı, ardından da insanlara iyi niyetle yaklaşıp, hoşgörüyle davranmalıdır.

Çünkü sevgi yüklü bir kalp, her kalbi etkiler ve dostluk kapılarını açar.